29 Kasım 2012 Perşembe

Kurdu Öldürmek İçin

Gidip gezdiğim yerlerin tarihini hep merak ediyorum. Rus tarihi için de aldım bi kitap Arjantin için de Eva Peron, hepsi sırasıyla okunacak ama Küba için gitmeden hazırlık yapayım dedim. Tarihi değil aslında tam olarak, sadece 1950li yılların Kübasında gençlerin çırpınışları, yakarışları ve ölüşleri anlatılıyor.

Kitabı bulmak biraz zor oldu, Küba ilgili kitap ararken bir şekilde internetten adını duydum ve nadirkitap'tan bulabildim anca, sahaftan. Kitap 1997 basımı ve bir kişiye hediye olarak verilmiş o zaman ilk sayfasında Hamit Necmettin Yazıcı adına bir imza var. Eski kitap almayı okumayı bu yüzden çok seviyorum.

Kitabın kurgusu bir harika, dört farklı ağızdan çok farklı hikayeler anlatılarak başlıyor ve kurgu düğümlenip çözülüyor. Çok fazla bir şey söylemek istemiyorum kurgu ve konuyla ilgili ama beğendim, çok beğendim. Her devrim öncesi yaşananlar gibi onlar da iç burkan acı veren ama bu uğurda yaşanan şeyler.

Kübayı şimdi daha da bir merak ediyorum.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Yüksek Topuklar

Küçük erkek çocuğu hikayelerinden, kız çocuğu hikayelerine geçişim çok sert oldu aslında. Ama bu tam da bir küçük kız hikayesi değil, koca koca kadın hikayecikleri.

Herkesin bu kitap için yaptığı ilk yorumu ben de yapmak istiyorum. Bir karşıcinsin kadın dünyasını bu kadar iyi gözlemleyebilmesi ve duyguları birebir aktarabilmesi akıl alır şey değil, ama bu noktada Murathan Mungan'ı sorgulayacak değilim.

Nermin'in Tuğde ile 5 gününü okuyoruz 527 koca sayfa boyunca. Hİkayenin çeşidi çok da olsa ben kitabı biraz ite kaka okuduğumu söylemeliyim doğrusu. Betimlemeler uzun ve cümleler bir yerden sonra sonunu sizin tahmin edebileceğiniz şeyler. Yine de solcusundan, feministine, lezbiyeninden annesine tüm kadınları hap yapmış ve bizlere sunmuş sayın Mungan. Kitaba ismini veren yüksek topuklar'ın da kitapta kullanılış yerine bayıldım doğrusu.

Ben ileride anne olacaksam erkek çocuk annesi olmak istiyorum, neden erkek çocuğunu bu kadar istediğimi bilmemekle beraber kız çocuklarını işte tam da Tuğde gibileri yüzünden sevmiyorum.

"İçimi dökmek amacıyla, Tuğde'nin çeşitli marifetlerinden ve konuşmalarından söz ettiğim birkaç arkadaşımın, beni inançsız gözlerle dinledikten sonra, beş yaşında bir kızın bütün bunları asla yapamayacağı, söyleyemeyeceği yollu itirazlarına sinirlendiysem de fazla belli etmedim. Herkes kendi yaşam deneyimlerini gerçekliğin kendisi, diğerlerininkini kurmaca ürünü sandığı sürece, iletişim denen şey olanaksız olmaya devam edecekti."

18 Kasım 2012 Pazar

Aramızdaki En Kısa Mesafe

Barış Bıçakçı'nın okuduğum üçüncü kitabı ancak her üç kitabı da aynı kişinin yazmış olmasına inanmak bir hayli güç. Bizim Büyük Çaresizliğimiz ile zirvede başladığım Bıçakçı serisi, Sinek Isırıklarının Müellifi ile yere çakılırken, Aramızdaki En Kısa Mesafe ile yine yükselişe geçti.

Erkek çocuklarının rol aldığı kitapları okumayı seviyorum, Alper Canıgüz ve Emrah Serbes'ten sonra Bıçakçı da gözlemleri çok iyi yapmış ve örnekler enfes seçmiş. Bir erkek çocuğunu minicikken eline almış ve 99 sayfacık kitapta onu büyütmüş. 

Kitabın bir ana hikayesi yok. Kesik kesik sahneler, kah evin salonu, kah deniz kıyısı kah sokak ortası. Ama sanki cımbızla ayıklanan kesitler bunlar. Kardeşlik ilişkileri, akrabalık ikilemi (ikilem diyorum çünkü "fazlalık olma" hissiyatı çok çok iyi anlatılmış).

Aslında bir yerde de erkeklerin hiç büyümediğini sokmuş gözümüze gözümüze. Bence erkekler alıp okumalı, çocukken de, ergenken de, deve kadar adam olduklarında da değişmediklerinin çok somut bir tanımı.

" Pul albümlerimizi kitaplıktaki yerlerine yerleştirip sokağa çıktığımızda, başlarını kaldırmış, Kemallerin ikinci kattaki evine bakan on kadar kişi gördük. Kemal elinde süt bardağıyla pencereye çıktı. Sabırlı olmamızı söyleyerek sütünü içti. Bitirince, önceden albümden çıkardığı pulları avuç avuç savurdu. Bir sürü pul havada uçuşuyor, ellerimizi havaya kaldırmış tutmaya çalışıyorduk. Pulları havada yakalamak için peşlerinden koşmamız gerekiyordu."

Yukarıdaki paragrafı özellikle birebir aktarmak istedim, çünkü aynı şey benim çocukluğumda da yapılırdı. Günlük popülerlik kazanmak için bazen tasolar bazen barbi-futbolcu kartları evin balkonundan savrulur 'kapııııııııııııııııııışşşşşşş' diye bağırılır ve o günün en popüler kişisi olunurdu. =)