18 Mart 2012 Pazar

Otostopçunun Galaksi Rehberi (# 1)

Bugüne kadar bana tavsiye edilmiş tüm kitapları beğenerek okumuşumdur. Ancak Otostopçunun Galaksi Rehberi'ni yalnızca beğeniyle değil, merakla da okudum demeliyim.

Her yerde adını zilyon kere duymuş olmama rağmen o koca ansiklopedi gibi kitabı elime alıp okumaya bir türlü cesaret edememiştim. Ama bana hediye edilmesi gayet iyi bir teşvik oldu. Ben ki ömrümün sonuna kadar dünyanın tamamını gezemeyeceğim diye karalar bağlayan bir insanken, insanlar gezegenden gezegene, galaksiden galaksiye geçiyor bu kitapta. Gel de haline üzülme.

Yerkürenin yok oluşuyla başlıyor macera ve hakikaten oradan oraya savrularak devam ediyor. Şimdi yalan söyleyemeyeceğim 'e bu nası oluyor', 'yok artık böyle de olmaz' dediğim çok açık nokta oldu sanki ama bence ihmal edilebilecek seviyede zira kitap absürd netice olarak. Havlu taşımanın anlamını anlatıyor uzun uzun, o noktada da ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor aynı zamanda. 

Hayat, evren ve her şey'e dair sorulan sorunun cevabının aranışı, milyon yıl önceler ve sonralar var bu nedenle oldukça değişik, gerçek insan kişilikli bir robot var (özellik olarak bana benzediği de iddia ediliyor, ilerleyen zamanlarda göreceğiz bakalım), aslında biz insanların fareler üzerinde deney yaptığı değil de farelerin bizim üzerimizde deney yaptıklarına dair beni de şüpheye düşüren iddialar var. Bir de ihtimalsizlik motoru var ki, bir mühendis olarak beni kendine hayran bıraktı, bu konu üzerine çok çok uzun düşüneceğim sanırım.. Güzel aforizmalar, çok zekice. Macera ilk kitapla nihayetlenmiyor, hemen ardından devam edeceğiz ikinci kitapla bakalım bizi neler bekliyor.

" Arthur dehşetin harika bir türünü hissederek çevresine bakınmaktaydı. Önlerinde, karar veremeyeceği, hatta üzerinde tahmin bile yürütemeyeceği uzaklıkta, havada asılı duran bir dizi tuhaf şey vardı: Uzayda sallanan karanlık, küremsi şekillerin çevresinde asılı duran, metal ve ışıktan yapılmış narin yapraklar.

'İşte' dedi Slartibartfast, 'gezegenlerimizin çoğunu burada yapıyoruz.'..."


"...panik yapmayın..."

15 Mart 2012 Perşembe

Simyacı

Kitap 1988 yılında yayımlanmış ilk defa. Türkçe'ye tam olarak ne zaman çevrildi net bilmemekle birlikte, yanılmıyorsam ben ortaokuldayken falan ortalığı bir kasıp kavurmuştu: bestseller oldu, elden ele dolandı falan. Annem okudu, teyzem okudu, dıdımın dıdısı okudu falan filan. Ama gel gelelim bence koca bi fıssssss. Ortada bir kişisel menkıbe dönüp duruyor. Her paragrafta iki kere geçiyor. Menkıbe de hani rüyada görülen bir hazine, gerçek mi gerçek belki ama kendini yollara atmak için yeterli kanıt değil. Yani olaya çat diye girdim ama anlaşılmıştır kitabı beğenmedim hiç. 160 küsur sayfa ama upuzuun sürdü bitmedi okuyasım gelmedi. Ne bileyim daha güzel bir şey bekliyordum belki de ondan. Ya da hali hazırda paralelde okuduğum Otostopçu da olduğu için kafamı veremedim bahaneler bahaneler. Zorla mı yani beğenemedim napayım :)

10 Mart 2012 Cumartesi

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş

Bugüne kadar okuduğum kitaplardan tarzı ve üslubu farklı olan bir kitaptı Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş. Jose Saramago'nun distopyalarından bir tanesi. Konusu ise özetle şöyle: Ölüm bir gün yaptığı işten vazgeçer ve herkes ölümsüz olursa ne olur?

Bir hayli ilginç bir fikirle yazılmış kitap ancak yazarın üslubu o kadar değişikti ki okumakta çok zorlandım. Hiç paragraf yok, konuşma çizgisi yok, dümdüz bir yazı kullanılan noktalama işaretleri nokta ve virgülden ibaret ve karşılıklı konuşmalardan kimin ne dediğini anlayabilmek gerçekten yorucu. İlk 20-30sayfa bocaladıktan sonra mecburen alışılıyor bu yazım şekline ama yine de okunması kolay bir kitap değil.

Konusunu okuyup kitabı aldığımda çok değişik bir insan psikolojisiyle karşılaşacağımı düşünmüştüm, hani ölümsüz olunca önce aptal bir sevinç olur sonra her şey boka sarar diye, ne bileyim trafik kazasında 10 parçaya bölünüyorsun ama ölmüyorsun bu hoş bir şey değil tabi ama kitap insan psikolojisini anlatmıyor tam olarak. 

Aslında kitabı 3 parça halinde değerlendirmek daha mantıklı çünkü üç farklı anlatım var içerisinde. İlk olarak ölümün yok olmasıyla birlikte, insanların tutumları anlatılmış çok kısa olarak. Ardından devletin ve kilisenin olaya karşı tutumu anlatılmış zira ölüm ortadan kalkınca kilise de yok olmaktan korkuyor. Son olarak da ölümün geri dönmeye karar vererek bir bedene bürünüp kişileştirilmesi var.

Okunması gereken bir kitap gerçekten, yani en azından değişik olduğu için. On numara, beş yıldız diyemeyeceğim belki ama değişik işte, güzel.

Ha bir de çeviri için bir şeyler söylemek istiyorum. Yazar sanıyorum orijinaline bağlı kalmak istediğinden olsa gerek bazı cümleleri öylece bırakmış. Yani okurken kitabın içerisinde, İngilizce, Portekizce ve hatta Latince cümleler görürseniz şaşırmayın.

'... eller açılıp kapandıklarında, okşadıklarında ya da vurduklarında, gözyaşlarını sildiklerinde ya da bir gülümseyişi gizlediklerinde, bir omza konduklarında ya da veda ettiklerinde, çalıştıklarında ya da hareketsiz kaldıklarında, uyuduklarında ya da uyandıklarında konuşurlar...'