27 Şubat 2012 Pazartesi

Işık Bahçeleri

Sanıyorum insanların belli kitaplar için dönemleri oluyor. O zamanı tutturamazsan o kitap okunmuyor. Hah işte benim de şu anki zamanım pek Amin Maalouf zamanı değilmiş. Kitap elimde ağladı, yırtındı, kendini paraladı, ama sonunda bitti. Başka bir zaman elime almış olsaydım bu kadar zorlanır mıydım, pek tahmin etmiyorum ama ite kaka bitti.

Kitap, Maniciliğin kurucusu Mani'nin hayatını anlatıyor: Doğumunun öncesinden başlayıp ölümüne kadar uzanan acı dolu (!) hikayeyi... Babasının Ak-Giysililerinin yanındayken, iç sesiyle tanışması sonrasında içinden dolup taşan düşünceleri yaymaya çalışmasını. Yol hikayesi diyebiliriz. Seviliyor, düşüncelerini elinden geldiğince yayıyor, O'na inanalar, müritleri oluyor. Ama kitap gitmiyor gitmiyor. Hani zaten din konuları öyle çok okumasını da tartışmasını da, kendisini de pek sevdiğim konular değil, bu kitapta onun yayılışını okumak içimi kıydı. Hani kimseye ayıp olmasın Amin Maalouf çok iyi yazıyor, beğeniliyor diye kitaba methiyeler düzecek değilim. Ben beğenemedim, ya da en başta da dediğim gibi doğru zaman değildi okumak için.

Sonu biraz buruktu, Mani'nin sonu.. Ama müritleri, onun ideolojisini takip edenler onu ölümsüz kıldı. Ve böylece bitmiş oldu kitap. Sevinçliyim ve de mutluyum =)

26 Şubat 2012 Pazar

Küçük Aptalın Büyük Dünyası

Amin Maalouf'un Işık Bahçeleri elimde sürünmeye başlayınca dedim ki bir mola vermeli, tebdil-i kitapta ferahlık vardır, araya eğlencelik bir şey girsin, sonra kaldığımız yerden devam ederiz. Kendim blog tutuyor olmama rağmen hiç blog falan okumam, şimdilik bir twitter hesabım da yok o yüzden hasbelkader bir yerlerden öğrendiğim Pucca'nın kitabını almıştım, erkeklere süper sövüyor falan diye. Yoksa twitter'da almış yürümüş ünü.

Aynen bana anlatılan gibi aşk hayatını anlatıp sayıp sövüyor. Şimdiiiiii, kitabın kapağında yazan "bu kız tam da bizden biri" lafı kısmen doğru ama böyle bir genellemeyi kabul edemem. Aklından geçenlerin çoğunu ben de zaman zaman düşünüyorum, ben de içimden bir temiz sövüyorum yeri gelince erkeklerin topuna ama, Pucca kadar mala bağlamıyorum. Mala bağlayan insan yok mu etrafımda, çok var ama ben o kadar ileri derece de sapkınlaşmıyorum galiba. 

Neyse kitap günlük olarak yayınlanmış o yüzden edebi bir şey beklemiyordum, öyle bir iddiası da yok kitabın zaten 2günde bitti, hatta toplam 3 saatte de bitti diyebiliriz. Tam bir molalık kitap oldu benim için ve benim için de saydı birilerine bol keseden iyi oldu.

Kitabın ikincisi de varmış şimdilik onu okumayı düşünmüyorum. Ama günün birinde ibişin biri gelip benim aklımı başımdan alıp sora bırakıp gidicek ya nasılsa, hah işte o zamana saklıyorum o kitabı da, yeniden sövmek için =)

"Dünyada seksi erkek davranışlarından en iyisi ne diye sorsalar, 'eşofmanlı yemek yapan erkek' derim."

"Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum, sadece boşlukta dibe doğru gidiyorum sanki. Bir kez daha anladım ki hayat çok orospu. Bütün işvesi cilvesi, parasını alana kadar sürüyor. Sonra giren çıkan fark etmiyor. Kimisinden çok zevk alsa da, sonuçta hepsi aynı deliğe giriyor."

9 Şubat 2012 Perşembe

Gizliajans

Alper Canıgüz'ün halihazırda yazılmış tüm kitaplarını bitirmiş olmanın üzüntüsü içerisinde olduğumu belirterek başlıyorum. Kapanış biraz sönük oldu ama. Oğullar ve Rencide Ruhlar ile Tatlı Rüyalar'dan sonra en az onlar kadar absürddü yine ama onlar kadar etkileyici olmadı benim için. Alper Canıgüz kitaplarında en sevdiğim şey ise kitabın arka kapağının okunduğunda insanda heyecan yaratması ama kitabın içeriğinin bambaşka bir dünya olması. Gizliajans'ta kitabın konusuyla ilgili olarak beklediğimden fazlasını buldum.Yine uç örnekler, yine çok komik. Gizliajans'ta işe başlayan Musa'nın başına gelenler, paravan bir şirket, dönen gizli dolaplar, İstanbul'da başlayıp Yunanistan'a uzanan bir hikaye. Yalanlar, yalanlar, yalanlar... İnce ince işlenmiş bir hikaye ama sonu ve hikayenin tasarlanış sebebi beni pek tatmin etmedi. 
Aşk, Küçük Prens, Kaan Sezyum, uzaylılar, Yunan Adaları... Yine birbirinden kel alaka şeyler. Bu arada her üç kitapta da bahsedilen, Kız Tevfik, Tahtakafa ve diğerleri için Canıgüz'e teşekkürleri bir borç bilirim, zira kitapta nerde ne zaman karşıma çıkacaklarını heyecanla bekliyordum. Bir de Sayfa 63'te "Korkma ben varım" diyerek Murat Menteş'e bir selam çakılmış gibime geldi, güldüm kendi kendime. Hakan Günday'ın Azil'inden sonra çerez gibi bir çırpıda bitti ama Canıgüz ne zaman bir kitap yazar da okuruz telaşı sardı bile şimdiden...
"...İki insanı, bir üçüncüyü ezmek kadar birbirine yaklaştıran bir şey var mıdır şu dünyada?.."

"Ajansın kapısına varmıştık. Kuzey Kutbu'na adım atmadan önce durup ona döndüm. 'Neden burada çalışıyorsun Sanem?' Ve ismin dudaklarımı yakıyor, neden?..."

" Gerçekten de söylediklerini anlamamı istemediği zamanlarda, mesela birilerine benim nege kagadagar agaptagal vege pıgısıgırıgık bigir şegey olduğumdan falan dert yanarken kullanırdı bu dili."

"Dehşet içinde ona baktım. 'Şey... Bu işi yaparken alkol almasak daha iyi olmaz mı?' -'Korkma,' dedi Fezai Aydıntürk. 'Ben bu aleti götümle bile kullanırım'..."

“sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yasadıgım tüm acıları, yaptıgım bütün kötülükleri, pismanlıklarımı, hatalarımı akla. basına çiçekten taçlar yapayım, sana siirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı aksamlar dvd’de film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördügümüz eserlerin ne anlama geldigini açıkla bana, ben basımı sallayayım. ah ben ne aptalmısım! nasıl olup da varlıgından kuskuya düsmüsüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dısında ne anlamı olabilirdi ki? bak simdi her sey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüste aska inanırsın, degil mi sanem? evet, çok dogru. ben de baska türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kus konar ben seni severim, bir tren yolculugunda pencereden dısarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait oldugunu bir türlü çıkaramadıgım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kus sıçar ben yine seni severim… anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmisizdir de, bir aksam sen çok hos bir tunik giymissindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen asık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden baska hiç kimseye bakmayacagını anlarım. o kadar da incesindir. bir de bir iyilik rica edecegim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçagın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello sahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün siirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? sarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, günesler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. simdi buldugu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.” 

5 Şubat 2012 Pazar

Azil

Eveeeetttt nereden başlamalıyım, ilk cümlem ne olmalı bilmiyorum ama 'vay canına' demekten de alamayacağım kendimi. Adeta sille tokat dayak yemiş gibiyim kitabı kapattığımdan beri. İnanılmaz bir hikayenin içine girdim nasıl çıkacağım bakacağız artık.
Hakan Günday'ın okuduğum ikinci kitabıydı Kinyas ve Kayra'da diline alışmam zaman aldığından mı bilmiyorum Azil bana çok tanıdıktı. 'Zihin'le ilgili kafasında çok düşünce var herhalde yaz yaz bitiremiyor, hep başka bir yerinden bakıyor.  Hani vaktim bol olsaydı da öyle başlayabilseydim bu kitaba kesinlikle yerimden kalkmadan tek solukta okurdum, eminim. 
Deli mi deha mı, bu mu gerçek yoksa diğeri mi, e az önce başka bir şey demişti şimdi bambaşka bir şey diyor diye diye sayfaları çevirdim hızlı hızlı. Her bir cümlede bir sağdan yedim kroşeyi bir soldan, affallayıp afallayıp durdum. 
Asil'in mektubu, Asil'in silahı, Stan Smithleri, yokavarı, azli, birbirinden farklı renkteki gözleri, solaklığı (ki benim solak erkeklere zaafım vardır!), yaratmaya odaklanmış zihni ve kitabın içinden 'ayrı kitaba çıkmak' isteyen düşünceleri...
Vurdukça vuruyor, vurdukça vuruyor. Bu kitabı kesin bir kaç kere daha okurum ben zamanı geldikçe... Bir sürü alıntım var. Aralarından seçtiklerimi yazacağım buraya sadece ama birazdan ortalık italik yazı dolacak. Haydi bakalımmmmm;
"Bu cümle yazmayı öğrendiğimin kanıtıdır. Bu cümleyse, okumaya devam ettiğinin kanıtı."
"Hiçbir şey geçmeyecek baba. Kimse kurtulmayacak. Çünkü Tanrı'nın Tanrısı yok. Biz O'na inanıyoruz ama o hiçbir şeye inanmıyor... Tanrısızlık Tanrı'ya mahsus..."
"İsa, Meryem'in ikizidir. Doğduğunda karnındadır. Sonra rahmine düşmüş ve Meryem, İsa'yı doğurmuştur. Bu yüzden Meryem, bakire diye bilinir. Kendi ikizini doğuran bir kadın. Hepsi bu, büyütmemek lazım. Milyonda bir ihtimal, ama sadece gazete haberi kadar değerli."
"Defterini aralayıp yeniden yazmaya başlayan Asil, yaradılış teorilerinin sonuna geldiğini 'Sonunda Tanrı sıkıntıdan patlamıştır. Buna da big bang denir.' cümlelerini kurarken anladı."
"Asil Yaşayan bir delidir. Anımsamadığı için geçmişi, önemsemediği için geleceği yoktur."
"Suçtan daha güçlü bir tutkal yoktur."