27 Nisan 2012 Cuma

Uzunharmanlar'da Bir Davetsiz Misafir

Nasıl bir şekilde buldum bu kitabı, nasıl karar verdim almaya hiçbir fikrim olmamasına, herhangi birinden öneri olarak hiç duymamış olmama rağmen severek okudum bu kitabı. Zaten Murat Menteş ve Alper Canıgüz hayranı biri olarak Türk absürd edebiyatına bayıldığım aşikar, o nedenle olsa gerek sevdim.

İlk başlarda eminim okuyan herkes n'oluyor ya, bu ne şimdi falan demiştir hatta ben kitabın yarısına kadar kızdım kendime gidip abuk subuk kitaplar bulup okuyorum diye ama sonradan olaylar çözülmeye başlayınca acayip hoşuma gitti.

Yazar aslen hentbol hocasıymış sanırım, camiasında da epey tanınıyormuş, bu kitap da ilk romanıymış ki bence kendini epey belli ediyor. Nacizane görüşüm kitapta bir üsluptan bahsetmek pek mümkün değil, gelişigüzel yazılmış diyaloglar şeklinde ilerliyor. Ama kurgusu güzel.

Ailesinden bunalıp Uzunharmanlar'a kaçan başkahramanımız Musa'nın taşındığı evde olan garip olaylar dikkatini çekiyor. Evinin hayaletli olduğuna karar veriyor. Komşularının hepsi çok iyi insanlar olmalarına rağmen Musa'ya her seferinde ders verir gibi konuşuyorlar v.s ve olaylar gelişiyor. Dediğim gibi kurgu çok güzel olduğundan neticeyi anlamak epeyce zor.

Kitabı okumayı düşünecekler bu cümleyi okumasınlar diyeceğim şu an çünkü bahsetmeden edemem, paralel evren malzemesi var ya, hah işte o konu usta ellerde inanılmaz hikayelere dönüşebilir. Bu kitap sadece çok çok basit örneklerinden biri. Beğendim ama bir Sezgin Kaymaz kitabı daha aldırır mı bana şimdilik çok emin değilim. Bir ara belki.

13 Nisan 2012 Cuma

Uçurtma Avcısı

Öncelikle, benim bu kitabı bu kadar geç okumam gerçeğini göz ardı edersek,  bu minvaldeki bir kitabın çok satanlar listesinde olmasının beni çok mutlu ettiğini söylemek istiyorum. Türkiye'de bu kadar okunmasının sebebi bilinçli olarak belki de 'geleceğimizin' görülmesi değil de müslüman ülkede geçen müslüman bir yazar tarafından yazılmış bir kitap olması olsa da, yine de umut verici.

Okuyunca, hayal ürünü, gerçek dışı gibi gelse de insana, inanılması güç de olsa bunlar yaşanıyor ve yaşanacak. Söylemek istediğim o kadar çok şey var ki bu kitapla ilgili nasıl toparlarım nasıl satıra dökerim bilmiyorum.
Kitap güzel çocukluk anılarıyla başlıyor ama hikayedeki o hüzünlü anlatım hemen ele veriyor böyle mutlu devam etmeyeceğine, kah sinirlenerek, kah yumruğumu ısırarak okudum tüm kitabı. Kimi yerde Emir'e hak verdim kimi zaman Assef'e tükürükler saçarak küfürler ettim. Normal mi bilmiyorum da bir duygu patlaması yaşadım kitap boyunca. Yapılan çirkinliklere göz göre göre sessiz kalmak, içten içe hasetin iyiliği bastırması...

Afganistan'da güzel (?) çocukluğunu bırakarak Amerika'ya gelen Emir'in yıllar sonra memleketine dönüşü ve geçmişiyle yüzleşmesi o kadar güzel aktarılıyor ki, kitap okumuyorsun da sanki yakın bir arkadaşın sana başından geçenleri anlatıyor gibi. 

Aslında üstünde durulan tek şey 'vicdan' belki de bu kitapta. Herkes vicdanıyla yüzleşiyor zamanı gelince, ama acı çeken çektiğiyle kalıyor o ayrı.
Ama asıl benim içimi buran şey ise, Taliban Afganistan'ın başına geldiğinde yeşeren umutların zamanla yok olması, şeriatın o lanet hükmünün sürmesi.
Kendine müslüman diyen peynir beyinlilerin asıl kendilerini allah'a şirk koşarak yaptıkları şeyler çileden çıkarıyor insanı.

* Bir kadın sesi erkeği tahrik ediyor diye asla konuşturulmuyor ve konuştuğu takdirde katlediliyorsa
*Sebepsiz evler yıkılıyor, ırkı/mezhebi farklı diye bir insan öldürülebiliyorsa
*Herhangi bir nedenle sesi yükseldi diye birinin kafasına kalaşnikof dayanıyorsa
*Tüm bunları hak yoluna yapıyorum diye bir de ufacık çocukların ırzına geçiliyorsa varsın öyle müslümanlığa lanet olsun.

Ama okunsun, yıllarca bestseller olmaya devam etsin bu kitap, özellikle de Türkiye'de. Herkes okusun, şeriat istiyorum diyen, şimdi sokaklarda fink atan o kadınlar görsün başlarına neler geleceğini.

" Hasan'la bakıştık. Sonra da kahkahaları koyuverdik. Britanyalıların yüzyıl başında, Rusların da 1980lerde öğrendiği şeyi yakında bu Hintli çocuk da öğrenirdi: Afganlar bağımsız insanlardı. Afgan halkı gelenekleri sayar ama kurallardan iğrenir. Aynı şey uçurtma savaşında da geçerliydi. Tek bir kural vardı; o da kuralsızlık. Uçurtmanı uçur. Rakibinin ipini kes. Hadi şansın açık olsun!"

"Baba'nın beni futbol maçlarına getirdiği 70'li yıllarda yemyeşil olan bu saha şimdi berbat haldeydi. Oyun alanının her yanı delikler, çukurlarla doluydu; en göze çarpanı da, güney uçtaki kale direklerinin arkasındaki bir çift derin çukurdu."

"Sohrab'ın suskun olduğunu söylemek yanlış olur. Suskunluk, huzur içeriyor. Sakinlik, dinginlik. Yaşam düğmesinin sesini kısmak gibi. Sessizlik ise düğmeyi kapatmak. Kesmek. Tamamen durmak."